Blog

Kanser Kapıyı Çalınca

Prof. Dr. Ayhan Kalyoncu


 

Kapı çalmak söz konusu olunca aklıma hep "Postacı Kapıyı İki Kere Çalar" adlı, ABD’li yazar James M. Cain’in 1934 yılında yazdığı, iki kere sinemaya uyarlanan romanı gelir.

 
EquinoxPtKanserYazisi
 

Evli bir kadının yaşadığı yasak ve gerilimli bir aşkı anlatan, gerçekten gerek okunması gerekse izlenmesi büyük keyif veren önemli bir eserdir. Evet ama ne yazık ki bu sefer kapıyı çalan postacı değil de kanser olursa ne yapacağız? Bizi neler bekliyor?

Günümüz insanının en önemli korkularından biri kuşkusuz ki kanserdir. Ne yazık ki tıp bilimindeki gelişmeler kanser olma olasılığımızı azaltmadığı gibi hastalığın hemen kökten tedavisini de sağlamıyor. Teşhis konulduktan sonra bu ciddi hastalıkla birlikte yaşamayı ve mücadele etmeyi gerektiren oldukça zor bir süreç başlar. Doğal olarak bu çoğu insan için daha önce deneyimlenmiş bir durum değildir. Kanser, kanser tedavisi ve bunların hasta ve yakınlarının yaşamları üzerindeki etkisi hakkında bilinmesi gereken pek çok husus vardır. İşte bu yazımda sizlere bu konular hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

Evet, kontrole gittiğiniz bir doktor size kanser olduğunuzu söylerse ya da elinizdeki biyopsi, film veya tahlil raporunda kanser olduğunuzu okursanız ne olacak haliniz? Bu haberin keyif verici bir tarafı olamaz. Kanser tanısı konduğunu öğrenen bir kişinin bu soruna karşı baş etme ve tepki vermeyle ilgili yaşadığı önemli süreçler vardır. Bu teşhis ile artık hasta konumuna geçmiş olan kişi ve yakınlarının hayatlarının tüm alanlarında belirgin şekilde aksamaların ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Kuşkusuz ki kanser ile ilgili yaşanan sürecin başında tanı aşaması gelir. İnsanlar kendilerine kanser tanısı konması karşısında çok değişik tepkiler gösterirler. Ancak bu tepkileri genellememiz mümkündür. Herkes için kanser, katlanılması güç ve yaşanılması zor bir durumdur. Konulan teşhis sonrasında artık hasta olarak tanımlayabileceğimiz kişinin maddi ve manevi tüm varlığı tehdit altındadır. Hastalığın ne düzeyde olduğu ve ne kadar sure daha yaşanılacağı belli değildir. Hasta için giderek sağlığının bozulma ihtimali, uzun ve sıkıntılı bir tedavi sürecinin göğüslenmesi, yakınlarının ne olacağı, tedavi sürecinde yaşanacak olan ekonomik ve sosyal sıkıntılar gibi çok önemli sorunlarla birdenbire karşı karşıya kalmak gerçekten çok zordur. Çoğu zaman hastalar tarafından verilen ilk tepki konulan bu tanı karşısında şok olmak ve hatta ona inanmamaktır. Hemen ardından sıkıntı, çaresizlik ve panik duyguları başlar. Korku, umutsuzluk, suçluluk, çaresizlik, terk edilme ve en önemlisi de ölüm duygusu ile karşı karşıya kalınmıştır. Gerçeği kabul etmek zordur. Hatta bazıları gerçeği reddeder, kanser olmamış gibi davranarak bu kaygıdan kaçarlar. Bu da tedavinin uygulanması için önemli bir engel oluşturur.
 

 
 
EquinoxPtKanser
 
 

Önerebileceğim çok önemli bir hususun altını çizmek isterim. Kanser tanısı gerek hastanın doktoru gerekse yakınları tarafından hastaya hemen söylenmemelidir. Duygusal ve sosyal destek sağlanarak psikolojik açıdan hazırlanarak alıştıra alıştıra, yavaş yavaş söylenmelidir. Ardından hemen kişiyi teselli etmeye geçilmemeli, duygusal tepkilerini ifade etmesine olanak sağlanmalıdır. Hastanın böyle bir durumda gösterebileceği kızgınlık ve isyanın ifade edilememesi, içe dönen duygularının  depresyona dönmesine neden olabilir. Hastanın sıkıntı, bunaltı, isteksizlik, huzursuzluk, iştahsızlık, dikkat dağınıklığı, ağlama gibi semptomlarının olması ve hatta vasiyet hazırlaması bile normaldir. Bu dönemde kızgınlık ve düşmanlık hastalarda görülen en sık tepkidir. Temelinde “Niçin bana oldu?” şeklinde isyan duyguları yatar ve bazen de hastalığa duyulan öfkenin doktorlara, sağlık personeline ve yakınlara yansıtılması olabilir. Hatta bu durum hastanın inancında azalmaya neden olabilir. Hasta ve yakınları sıklıkla o anda içinde bulundukları durumdan daha önce tedavi ve bakımlarını yapan sağlık personelinin sorumlu olduklarını suçlayıcı şekilde ifade ederler. Bu durum hastada mevcut olan hastalıktan kaynaklanan ağrıyı daha da arttırır.
 

Zaman geçtikçe kişinin kanser olduğu gerçeğini kabullenmeye başlamasını bekleriz. Gün geçtikçe endişe ve kaygılı ruh hali içinde bekleyiş başlar ve kendi bedenine yabancılaşma ile birlikte giderek artan bir şekilde ayrılık ve ölüm duyguları hastaya hakim olur. Bu dönemde kişi kansere neden olan sigara içme, radyoaktif madde ile çalışma gibi davranışlarıyla ilgili de kendi kendini sorgulamaya girer ve bazen kendini suçlayarak depresif bir ruh haline bürünür. Bazen ise kansere neden olan etmenin kendi dışında olduğunu ve pasif bir konumda ona maruz kaldığını düşünerek, isyan duygularını artırır, kızgınlığını dışarı yöneltir.

 

 
EquinoxPTKanser
 

Bir sonraki aşamada gerçek kabul edilerek, kanserli yeni döneme uyum sağlanmaya başlanır. Hastalığın tedavisi için yapılması gerekenler planlanmaya ve uygulanmaya konulur. Yaşam, yeni bir düzene yöneltilir. Eskiden yapılan aktivitelerin bir kısmından vazgeçilir. Sigara içme, gece hayatı, yoğun iş yaşamı gibi bazı davranışlardan ya tamamen uzaklaşılır ya da kısıtlanarak devam edilir. Uygulanan tedaviler ve sağlık kontrolleri yaşamın merkezi haline gelmeye başlar. Bu çerçevede yaşamın anlamı tekrar gözden geçirilir ve tercihler sorgulanır. Artık daha fazla güvene ve dengeye ihtiyaç vardır. Kanserle birlikte yaşamak öğrenilmektedir.

Eğer hasta içinde bulunduğu durumla ilgili olarak kendi sorumluluğunu üstüne alamazsa çevresinden özel ilgi görmek ister ve sürekli tavizler vermelerini bekler. Bazen hasta bu durumu o kadar aşırıya götürebilir ki bu istekleri karşılamak yakınları için olanaksız hale gelebilir. En sık istenen ise hastalığından dolayı özel ve ayrıcalıklı muamele yapılmasıdır. Bu taleplerin yerine getirilmesiyle hasta yaşadığı kayıpların telafi edilebileceğini  zanneder. Hastanın her talebinin yerine getirilmemesi gerekir. Aksi halde bir süre sonra hastaya destek sağlayan yakınları tükenmişlik sendromuna girerler ve bu da hastalığının ilerleyen dönemlerinde hastaya gerekli desteği sağlayamamalarına neden olabilir.

Bazen ise, kanser şüphesinden itibaren veya tanı konulduktan sonra gerçekler hasta tarafından tamamen görmezden gelinir ve içinde bulunan durum inkar edilir. Aslında bunun nedeni ölüme yaklaşıldığı hissidir. Bu durum hemen psikiyatrik tedavi gerektirir. Nadir olsa da, önemli başka bir yaklaşım, tıbbi tedavileri bırakıp zakkum gibi geçerliliği kanıtlanmamış bitki veya kimyasal maddeleri ilaç olarak kullanmak ya da alternatif tıp uygulamalarına yönelmektir. Tıp dışı bu uygulamalar da tedavinin aksamasına neden olur. Bu tür yaklaşımlardan kaçınılması gerekir.

Hastanın tanısını öğrendikten kısa bir süre sonra giderek içe çekilmeye başlaması hastalığının kabulü anlamına gelir. Bazen iyice içine kapanan hasta, her türlü yardıma ve dış uyarana karşı duyarsız kalabilir. Giderek içine girilen depresif ruh hali çok ağır bir tabloya dönmedikçe hastalığa karşı gösterilmesi gereken en anlamlı yanıttır. Eğer depresif tablo ilerlerse, hasta kendisini yaşamdan iyice geri çeker, uykusu bozulur, yeme ve içmesi azalır, kilo kaybı artar ve intihar düşüncesi olabilir. Bazen psikotik bulgular bile görülebilir. Durum bu hale gelirse artık bu tabloya müdahale etmek için psikiyatrik tedavi uygulanması gerekir.    

Hastanın psikolojik durumu hastalığın seyrine de bağlı olarak değişebilir. Başarılı ve iyi giden bir tedavi süreci psikolojik anlamda olumlu sonuçlar getirecektir. Ancak her türlü tedavi girişimine rağmen, gerileyen sağlık durumu ile orantılı olarak hasta günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma gelebileceğinden, etrafındakilerin fiziksel yardımına ihtiyaç duyabilir. Sonuçta yakınlarına giderek  bağımlı hale gelen hastanın yaşam çabasına destek vermek gerekir. Özellikle bu durumda olan hastaların tıbbi tablosuna eşlik eden yoğun ağrıların en etkin tıbbi yöntemlerle önlenmesi gerekir.

Günümüzde rutin yapılan kontrollerle erken tanıya daha çabuk ulaşılması, cerrahi girişimler, radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarının  giderek artan başarıları kansere karşı bizi daha güçlü kılmaktadır. Hastalığın seyrini etkileyen duygusal ve davranışsal etmenlerin anlaşılması ve psikolojik yönünün ele alınması tedaviyi kolaylaştırır ve uygulanabilir kılar. Kanserli hastanın psikolojik tedavisi, tıbbi tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır, ihmal edilmemelidir.

Kanser kapımızı çalabilir. Umudumuzu kaybetmeyelim. Kalan yaşantımızı onunla birlikte de sürdürebiliriz. Zaten yaşamınız sayısız sorunlarla dolu değil mi? Bu da sadece o sorunlardan birisi ve bir gün öyle veya böyle herkesin başına gelebilir. Yaşamı tam olarak yaşamakla ilgileniyorsanız kanseri de öğrenerek daha iyi yaşamak size bağlıdır. Unutmayın ki, kendi yaşamınızı kendiniz biçimlendireceksiniz. Belki de ölüm ihtimalinin bu kadar yakın olması kalan yaşam sürenizi daha anlamlı yaşamanız için size bir şanstır. Oturup yaşam önceliklerinizi bir kere daha gözden geçirin. Nelere öncelik vermeniz gerekiyor bir kere daha düşünün. Nasılsa bir gün hepimiz öleceğiz.

 

 
 
“Ölü Ozanlar Derneği” filmininden bir sahne.

“Ölü Ozanlar Derneği” filmininden bir sahne.

 
 

Ölümün ne yazık ki çözümü yok. “Ölüm olmasaydı” denilince Voltaire’in ünlü sözü akla gelir: “Ölüm olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık”. Ölümsüzlük imkansız, ama olsaydı herhalde yaşamın tadı ve değeri bu denli olmazdı. Sonsuza dek yaşayamayacağınıza göre, kanserli veya kansersiz, yaşadığınız günü kavrayıp, onu olağanüstü kılmayı başarabiliyor musunuz? Geleceğe dair umut ve hayaller beslerken, yaşadığınız anın tadına doya doya varabiliyor musunuz? Bu kısacık yaşam sürecimizde, yaşadığımız her bir yenilgi, bize kendi inandığımız yolda ilerlememiz için, deneyim ve güç sağlamalıdır. Çünkü hepimiz bir gün son nefesimizi vereceğiz.   

Kaygıdan uzaklaşmak adına şu andan kaçma eğiliminde miyiz? Evet şimdiyi yaşamak, kişinin kendi sorumluluğunu almasıdır. “Ölü Ozanlar Derneği” filmini izleyenler hatırlarlar. N.H. Kleinbaum'ın bu önemli eserinde Robin Williams’ın canlandırdığı Prof. Keating, dogmatik ve klasik eğitim sisteminde köleleşmiş öğrencilerine şöyle seslenir: “Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir”.
 

Öğretmenlerinden etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneği’ni yeniden faaliyete geçirerek ünlü ozanların büyük eserleri ile tanıştıkça yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu ayrımsarlar. İşte öğrenciler hep birlikte söylediği şiirler:

 
 
“Ormana gittim; çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için.”
 
“Carpe diem!” Anı Yaşayın!” (Latince)
Ağlamak değil gülmek için sebepler arayın!
 

 

Not: Hala okumadıysanız veya izlemediyseniz kesinlikle daha fazla vakit kaybetmeyin.

7 Ocak 2005 - Bebek, Istanbul