Blog

Bedenlerimiz Neden Konuşur?

Uzm. Psk. Yeşim Selçuk

Prof. Dr. Ayhan Kalyoncu


 
970800_502164966504988_1637114052_n.jpg

Kas ve omurga sistemi, dokuları, sinir ağları, içerdiği tüm sıvılar ve bunların senkronize işleyişiyle ile birlikte bu gezegendeki belki de en karmaşık ve büyüleyici sistemlerden birinin vücudumuz olduğunu söyleyebiliriz. Harmoni içinde işleyen bu sistemde bir sebepten bozulmalar yaşandığında, bedenimiz kontrolumuz dışında bazı belirtiler sergileyebilir. Bizler bu bedensel belirtilerimizi anlamlandırmak ve çözüme ulaştırmak adına tedaviye başvurabiliriz.

Herhangi bir zamanda, bu bedensel yakınmalarla aile hekimlerinden nörologlara, dahiliye uzmanlarından dermatologlara  uzanan bir çeşitlilikte doktorlara başvurabiliriz. Bedensel belirtilerle doktora gidenlerin birçoğunun yakınmaları tıbbi şekilde açıklanamaz veya tıbbı tedavilerle düzeltilemez. Elbette ki, tıbbi olarak açıklanamayan her belirti psikolojik sebeplere bağlı değildir. Keza, her zaman bilimsel bilginin sınırlarını zorlayan yeni hastalıkların da olma olasılığı mevcuttur. Ancak bunun olasılığı çok ama çok düşüktür. Bununla birlikte, tanı konmamış fiziksel yakınmaları olanların büyük bir çoğunluğunun yakınmalarını psikolojik veya davranışsal nedenlerle açıklamak mümkündür. Organik bir sebebe dayandırma çabaları istikrarlı olarak psikolojik olabileceği yanıtını aldıkça, bir süre sonra bu belirtilerin psikolojik kaynaklarını öğrenme çabasına girişmek kaçınılmaz olacaktır.

Bedenimizin psikolojik durumumuza bağlı olarak fiziksel belirtiler sergilemesi ilk etapta aklımıza gelmese de aslında gündelik yaşamda bunun örneklerine sıklıkla rastlamaktayız. Örneğin; gülünç bir şey karşısında spontan bir kahkaha attığımızda bile, bedenimizin istemsizce belirli bir duruşa geçtiğini ve belki gözlerimizin yaşardığını düşünürsek; daha sıra dışı tetikleyicilerle karşılaştığında vücudumuzun daha da olağanüstü şeyler yapabilmesinin mümkün oluşuna anlam verebiliriz.

Bu perspektiften bir kez baktığımızda sevdiği birinin ölümü karşısında yaşadığı üzüntüyü hissetmeye dayanamayan bir kişinin, bu duygusunu yansıtan fiziksel belirtiler geliştirmesi şaşırtıcı gelmemelidir. Biz farkında olmasak bile, bilinçdışı benliklerimiz içimizde var olan acıyı deneyimlemekten ziyade, bu acıyı çok daha görünür bir yolla yani bedensel belirtilerle ifade edebilir. Duygular bastırıldığında  ya da dile getirelemediğinde bedenlerimiz bazen bizim için konuşur: Bunlara kulak vermemiz gerekir.

EquinoxPsikiyatri


Duygusal ihtiyaçlarımız ve bedensel belirtiler arasında nasıl bir ilişki vardır?

Beden, duygu ve düşünce birlikteliğiyle oluşan benlik bütünlüğümüz ve duygusal olarak iyi olma halimiz devamlı değişen ihtiyaçlarımızı yaşamdan ne kadar karşılayabildiğimizle de ilişkilidir.

Bir ihtiyacımızı karşılayabilmemiz için, öncelikle ihtiyacımızın ne olduğunun bilincinde olmamız gerekir. Bununla birlikte, bu bilinçte olmak ihtiyacımızı en yalın haliyle tanımlayabilmemizi garantilemez. Birçok ihtiyacımız; toplumsal yaşam, kültürel yapı, aile değerleri, mevcut ekonomi, inanç faktörleri ya da maruz kalınan popüler kültür gibi değişkenlerle devamlı şekillendiğinden; bedenimizden, duygularımızdan ve dolayısıyla esas ihtiyaçlarımızdan uzaklaşmış olabiliriz. Böyle bir durumda esas ihtiyaçlarımız doyurulmadığından bedenimiz bize bunları hatırlatmak adına tepki verebilir. Örneğin, yoğun çalışma temposunda kronik omurga ağrıları yaşayan birinin tempoyu düşürüp daha dengeli yaşamaya ihtiyacı varken; daha yoğun spor yapıp bedenini zorlayarak kendini rahatlatabileceğini düşünmesi gibi.

Kimi zaman ihtiyacımızın hiç farkında olmayarak  bedensel dışavurum ile yaşadığımız gerilimi ifade yoluna gidebiliriz. Örneğin; kaygılanınca  otomatik olarak yeme davranışına yönelmek gibi.

Bazen de kendimizi ihtiyacımızı tespit ettiğimiz ama karşılayamadığımız bir duygu durumu içinde bulabiliriz. İçinde bulunduğumuz dünyanın, engellerle ve hayal kırıklığıyla dolu olduğu bir gerçektir. İhtiyacımızı karşılamaya çalışırken sergilediğimiz davranış, reddedici ya da cezalandırıcı bir tepkiyle karşılaşabilir başkalarının ihtiyaçları da gözetmek veya ihtiyacımızı sınırlı bir şekilde karşılamak, geciktirmek veya küçülterek ifade etmek zorunda olduğumuzu hissedebiliriz.

Kimi zaman da ihtiyacımız travmalar gibi daha derin ve birikimli bir süreçten dolayı tam doyuma ulaşamayabilir ya da ihtiyacının karşılamamaması yoğun bir acıyla neden olabileceğinden kaçınma davranışına sebep olabilir. Böyle bir durumda en bildiğimiz ya da kontrol edebildiğimiz yoldan ihtiyacımızı dışa vurabiliriz. Örneğin; ebeveynlerinin tartışması sırasında kendini güvende hissetmeyen bir çocuk yaşadığı gerilimden kurtulmak için tırnaklarını yiyebilir. Bu durumda geriliminden kurtulmayı  tırnak yemek gibi bir başka davranışla rahatlatması yetişkin yaşamında da devam edebilir. Örneğin her yoğun duygu ya da düşünce silsilesinin içine girdiğinde farkında olmadan elini ağzına götürmesine neden olabilir.

Duygusal gerilim anlarında eski alışkanlıklarımıza, işlevsiz inançlarımıza ya da bedensel duruşlarımız her ne kadar rahatsızlık verici olsa da dönmek, yeni öğretileri uygulamaktan çok daha kolaydır. Böylece kontrol illüzyonu yaratarak geçmiş yaşamımızda oluşturduğumuz konfor alanımıza olduğumuzu hissederiz.

Bu illüzyondan çıkabilmek adına kendimize şu soruları sorabiliriz:

  • Rahatsızlık verici olsa da aynı döngüleri tekrar ediyor olmaktan daha rahatsız edici olan ne olurdu?

  • Yüzleşmekten ya da ifade etmekten kaçındığım nedir?

İstediğimiz kadar direnelim, kaçınma mekanizmasının yarattığı konfor alanlarımız bizi bir süre sonra rahatsız etmeye başladığında (örn. takıntılı davranışlarımızın yaşamımızı sınırlandırması gibi) hepimiz bir şeyin değişmesi gerektiği noktasına varırız. Ve bu şey ihtiyaçlarımızı yerine getirme şeklimiz, özünde kendimizdir.

Kendine döndürme mekanizması nedir?

Bazı ihtiyaçlarımız düzenli olarak reddedilirse ve uzun vadede karşılanamaz hale gelirse, bu ihtiyaçlarımızın bedenle bağlantılı yanlarını bloke etmenin kronik ve bilinçdışı bir yolunu öğrenebiliriz.

Yıllar içinde, haykırmak istediğimiz bir anda boğazımızı bloke ederek sesimizin düzeyini limitlemeyi; kalbimiz kırıldığında yüzümüze donuk bir maske geçirmeyi, dişlerimizi göstererek öfkemizi yansıtmak istediğimizde çenemizi sıkıştırıp kapalı tutmayı, cinsel isteklerimizi tanımayı reddederek bedenimizin ritmik hareketlerini kısıtlamayı öğrenmiş olabiliriz.

Bu kısıtlayıcı çevresel koşullarla karşılaşmak, bizlere güvensizlik hissettirerek dışa dönmesi gereken enerjinin yönünün içe çevrilmesiyle sonuçlanabilir. Kendine döndürme dediğimiz bu mekanizma ile aslında ihtiyacımızı bir türlü esas hedefine yöneltemez ve devamlı kendi içimizde karşılamaya çalışırız.

Kendine döndürme mekanizması nasıl işler?

Devamlı mobbinge uğradığınız bir iş yerinde öfkenizi işvereninize yansıtamadığımızı ve her defasında kendinize döndürdüğümüzü düşünün. Bir süre sonra uykunuzda da aynı iş yerinde olduğu gibi diş sıkmanız ve her sabah çene ve baş ağrısıyla uyanmanız kaçınılmaz olabilir.

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ihtiyacımıza dönük harekete geçme mekanizmamızın istikrarlı biçimde bloke olması; bedensel gerilimlerin ve bedenin baskılanmasının gelişimiyle ve en nihayetinde enerjinin içe dönmesi yoluyla bedensel belirtilerin ortaya çıkışıyla sonuçlanır. Psikoterapist James Kepner (1993)*, "kendine döndürme" mekanizmasının üç farklı biçimini tanımlar:

İlk biçimi, “çevreye vermek istediğimiz tepkinin, direkt kendine dönmesi biçimindedir.” Yoğun ısrar karşısında ya da onaylanmak için hayır demekte zorlanan birinin karşısındakilere duyduğu öfkeyi kendine döndürerek kronik mide problemleri yaşamasını buna örnek olarak verilebilir.

Bir diğeri “kendine döndürme biçimidir”; çevreye yönlendirilen hareket başladığı anda baskılandığında gerçekleşir. Burada hareket direkt kendine dönmez, bir tür geriye sekerek hareketle ilişkili kas gruplarında artan gerilim ve hareketsizlikle sonuçlanır. Örneğin, cinsel haz alma davranışı istikrarlı olarak cezalandırılan ya da yargılanan birini düşünün. Kendine dokunduğunda ya da ilgilendiği birisi fiziksel olarak ona yaklaşmaya çalıştığında kaslarında bu gerilimi hissederek tüm bedeni kaskatı kesilebilir (Vajinismus bu mekanizmadan beslenen bir bozukluktur).

Üçüncü kendine döndürme biçimi ise; “başkalarının karşılamasını istediğimiz ihtiyaçlarımızı kendi kendimizin karşılama çabasıyla” tanımlanabilir. Örneğin; zor bir durumla karşılaşıp çevremizden cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyduğumuzda, bu desteği birilerinden istemek yerine kendi kendimize vermeye çalışmamızdır. Bu kendine döndürme davranışı, kişinin kendisiyle ilgilenme biçimi olarak iyi bir öz-destek yöntemi olarak görülebileceğinden bazı durumlarda işlevsel olabilir. Bununla birlikte dışarıdan almayı umduğumuz şey, genel olarak, kendimizi izole etmemiz ya da geri çekilmemizle ve çevreye açılma hareketini durdurarak çevreden beslenmeyi teşvik eden duyguları iletmekten vazgeçmemiz ile sonuçlanırsa, kaynaklarımızı ve kendimizi sınırlandırmış oluruz. Kendi yağında kavrulan bu hal narsisizmimizi belirli bir oranda beslese ve güçlü hissettirse bile, günün sonunda kişisel kaynaklarımız sınırlı olduğundan kendi kesemizden her defasında harcayarak bir süre sonra kesemizin boşalmasına neden olabilir. Bu da hiçbir şeye yetemeyeceğiz inancına dönerek ve daha fazla stresle baş edemeyeceğimiz düşüncesiyle çevremizle daha derinlikli ilişkiler ya da gerçek temaslar kuramaz hale gelmemize neden olabilir.

Psikolojik kaynaklarla ilişkili belirtiler yalnızca bedenin gevşetilmesi yoluyla geçer mi?

Psikosomatik belirtiler olarak adlandırdığımız bu belirtiler, aslında bedenimizin yalnızca o belirtiyi gösteren spesifik bölgesine dair bir anlam taşımadıkları gibi  beden-duygu-düşünce bütünlüğümüzün bozulmuş olduğu bilgisiyle, tüm benliğimizdeki işlevsiz alanlara işaret ederler.

Bu yüzden bedensel bir belirtiye odaklandığımızda; amaç tek başına o belirtiye dönük gevşeme sağlamak değil, bedende biriken enerjiyi harekete geçirerek sınırlandırdığımız beden duruşunu ve bununla ilişkili düşünceleri özgür bırakarak yeniden  bedenimizle daha uyumlu bir iletişim kurmaktır.

LPA016.jpg

Bedenimizin dilinden nasıl anlarız?

Bedenimizin dilini anlamaya çalışırken karşımıza çıkan en büyük zorluk aslında bu belirtilerin öznelliğidir. Beden karmaşık bir sistemdir ve örneğin her boyun ya da baş ağrısının aynı psikolojik sorundan kaynaklandığını iddia edemeyiz.

Psikosomatik belirtiler bilinçdışından kaynaklandığı için, tezahürleri de orada başka nelerin bulunduğuyla ilişkilidir. Bilinçdışımız anılarımızla, geçmiş travmalarımızla, beden hakkında bildiklerimizle ve hayatın bize öğrettiği inançlarla doludur. Vücudumuzla ilgili kaygılarımızı şekillendiren ve neyin olumsuz bir duygunun kabul edilebilir bir tezahürü olarak sayılabileceğini belirlemeye yardımcı olan toplum, kültür ve inanç gibi değişkenlerdir. Dolayısıyla, kişinin tüm duyumlarını, duygularını, düşüncelerini ve hatta içinde bulunduğu çevresel etmenlerin onunla ilişkisinin iyi araştırılması gerekir.

Bu noktada, bedenimizde gözlemlediğimiz belirtilerin anlamlarını çözmek için ilk etapta kendimize bazı kolaylaştırıcı sorular sormak yardımcı olabilir:

  • Vücudumun belirti veren bölgesi normalde ne işe yarıyor ve hayatımı hangi açıdan kolaylaştırıyor ya da bu bölge yoluyla hangi ihtiyaçlarımı karşılıyorum?

  • Peki şuan bu belirtiler yüzünden neyi yapmakta zorlanıyorum? Ya da bu belirtiler yüzünden hayatımda kolaylaşan bir şeyler var mı?

Örneğin; göğsünüzde bir ağırlık hissettiğinizi ve bu ağırlık sebebiyle derin derin nefesler alamadığınızı varsayalım. Bu durumda kendinize sorabileceğiniz sorular:

“Yaşamımda ne oluyor da boğuluyorum gibi hissediyorum?

“Bu boğulma hissi hangi zamanlarda azalıp çoğalıyor?"

"Neleri değiştirsem bu hissi azaltabilirim.?" şeklinde olabilir.

Bir diğer örnek olarak; midenizde yanma hissettiğinizi düşünelim. Yanma hissinin sindirim zorluğu ile paralel olduğunu fark ettiniz. Bu durumda kendinize:

"Ben hayatımda şu an neyi sindiremiyorum?" diye sormak yol gösterici olacaktır.

Tek bir sebebe bağlı gelişmediğinden, psikosomatik belirtilerin tek bir çözümü de yoktur. Bazen sadece bu belirtilerin hangi amaca hizmet ettiğini, neyin eksik olduğunu bulup değiştirmeye çalışmamız gerekir. Belirtiler ilgi ihtiyacımızı almamıza yardımcı oluyorsa, ilgi ihtiyacımız karşılandığında belirtiler ortadan kalkacaktır. Ya da sorun vücudun gönderdiği mesajlara yönelik objektif değerlendirme yapamamamızda yatıyorsa (örneğin panik atak sırasında kalp krizi geçirdiğini düşünme gibi), düşünceleri yeniden yapılandırmak ve kendini gevşetmenin sağlıklı yollarını öğrenmek gerekecektir. Ya da belirli bir travmanın ya da kompleks travmaların tetiklediği belirtiler yaşıyorsak, bu belirtilerim tam olarak ortadan kalkabilmesi için bu travmalarımızla çalışarak üstesinden gelmemiz gerekir.

Psikoterapiler bedenimizle bütünleşmemize yardımcı olurlar

Psikoterapiler yukarıda anlattığımız  tüm bu çalışmaların psikoterapistin dengeleyici eşliğiyle yapıldığı güvenli alanlardır. Bedenimize, duygu ve düşüncelerimize, ihtiyaçlarımıza, geçmişten bugüne taşıdığımız inanç kalıplarımıza ve travmalarımıza, tüm öznelliğimizi işin içine katacak bir hassasiyetle dokunmaya hazır olduğumuzda; varlığımızın her kalemiyle bütünleştiğimiz rahat ve keyifli yeni bir dünyanın kapıları bize açılır.


*Kepner, J. I. (1993). Body Process.Working with the body in psychotherapy. San Francisco: Jossey-Bass.